AHLÂK-İLİM-MEDENİYET
İnsanın güzeli, ahlâkı güzel olandır. Allah ü Teâlâ, “Biz, insanı, en güzel biçimde/surette/şekilde yarattık”(Tîn,4) buyurmaktadır. Şurasını unutmamak lâzımdır ki, ‘güzellik’ sâdece “sûret”te/dış’ta değil; aynı zamanda “sîret”te/içte’dir.
İnsan, iç güzelliği bakımından da, aynı muameleye tâbi tutulmuş ve Yüce Yaradan, İsrâ sûresi’nin 70. Âyetinde, ”Çok şerefli ve üstün meziyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığını” buyurmuştur.
Muhakkaktır ki, çok sayıda âyet-i kerimede de, ‘iç güzelliğe’ işâret buyurulur:
“İnsanlara güzellikle söz/güzel söz söyleyiniz” (Bakara,83”
“Sözün doğrusunu söyleyiniz” (Ahzâb, 70)
Peygamber Efendimiz nezdinde de bütün insanlığa şöyle buyruluyor: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd,112)
Şimdi; bu âyetlerin ardından iki âyet daha arzetmek isterim:
“Resûlüm, biz, seni, âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107) ve “ “Resûlüllah’ta sizin için en güzel örnek vardır” (Ahzâb, 21)
“(Ey Resûlüm) Şüphesiz ki, sen, yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 4)
Güzel düşünmeden, güzel niyette bulunmadan, güzel icrâat/amel/fiil/hareket yapıl(a)maz.
Güzel düşünmeden, güzel yazılmaz.
Herkesin, birbirini suçladığı, ithâm ettiği; başkasında kusur aradığı bir çağda/dönemde/devirde yaşıyoruz. İç veya dışta farketmiyor; herkes, birbirine ağzına geleni sıralıyor, sayıyor, döküyor; ondan sonra da, utanmadan, arlanmadan, yüzleri kızarmadan bırakınız başkalarını/bizleri, birbirlerinin yüzüne bakıyorlar ve kucaklaşıyorlar.
Hattâ, ardından, hiçbir şey yokmuş gibi, o insanlara methiyeler diziyorlar.
İşte bu; çirkin söz söylemenin de ötesinde, yalancılıktır, riyakârlıktır, aldatmadır.
Peygamber Efendimiz, bir hadîslerinde şöyle buyurmaktadırlar: ““Cennet, fâhiş ve çirkin söz söyleyenlere haramdır”
Kaldı ki; Peygamber Efendimiz de: “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzre/için gönderildim” buyuraktadır.
Bu hadîs-i şerîf başlı başına bir dünya görüşünün ilânıdır.
Mübârek dînimiz, “ahlâk” ve “ilim” dinidir. Yukarda kısaca temas ettiğimiz üzre, ahlâkın umûmî hükümlerine olduğu gibi, aklın kullanılmasına ve tefekkür edilmesine dâir de onlarca âyet vardır.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9)
Peygamber Efendimiz de, birçok hadisinde, ilme verdiği ehemmiyeti şöyle ifade buyurur:
“Dünyayı isteyen, ilme sarılsın; âhireti isteyen ilme sarılsın; ikisini birlikte isteyen ilme sarılsın”; “İlim Çin’de de olsa olsa alınız. Zîra, İlim öğrenmek, Müslüman erkeklere de kadınlara da farzdır”.
Peki; hani tıklım tıklım kütüphânelerimiz? Hani, kimya, fizik, biyoloji laboratuvarlarımızdaki araştırmalar? Nerede lisan laboratuvarlarımızda dil öğrenen geçlerimiz? S(ı)por sahalarımızda, ortalama kaç gencimiz çeşitli s(ı)por dallarıyla meşgul?
Peki; Amerikalı veya Avrupalı, üstün zekâlı gençlerine imkân hazırlayıp dâvet ederken, sen/biz, niçin neredeyse her mahalleye yüksek okul açıyoruz? Ne yazık ki, bunu da, ‘ilim’ diye başarılı (!) bir şekilde de satabiliyoruz!!!
Her seçim öncesi haykırılıyor: Ey ahali! Bakınız, size, bir üniversite açtık!..Hizmet budur!”
Ve; şu şu şu fakülteleri birleştiriliyor, yeni bir tabela yazdırılıyor, bir rektör, birkaç sekreter, birkaç t(ı)ransfer öğretim üyesi… işte sana üniversite!!!
Bir nefs muhasebesi yapıp kendimize baktığımda, ne yazık ki, hem ahlâk bahsinde ve hem de ilimde geri kaldığımızı söyleyebilirim. Çünkü; her ânımızda, başkalarını şikâyetle meşgul olmuşuz; içimizdeki her kötülüğün, bize başkaları tarafından şırıngalandığını söyleyip durmuşuz ve hâlen de öyleyiz.
Bu; ‘doğru’ fakat “büyük yalan” ile, senelerden beri avunup gitmişiz. Ayrıca…
“Dosdoğruluğu” terkedip; “zinâ”yı, serbest bırakarak meşrûlaştırıp; “fâiz”e, sâdece sözde karşı çıkıp, yaygınlaştırıp; şeker fabrikaları satıp/özelleştirip içki fabrikalarını elde tutup; “îdâm cezâsı”nı kaldırarak, mâsûmların haklarına tecâvüz edildiği bir diyârda, İslâm’ın emirlerine riâyetten bahsetmek de, bu emirlerin bir diğeri olan “Yalanla iman bir arada bulunmaz”a karşı çıkmaktır.
Şimdi…Bunların bâzılarını…
Utanarak, sıkılarak, üzülerek hattâ her okurumdan peşinen af dileyerek, fakat ibret olması bakımından yazıyorum. Türkiye’yi idâre edenlerin ve idâreye tâlip olanların arzedeceğim şu cümleleri, yukardaki hangi “emir ve yasaklar” ile uyuşmaktadır, bilinmesini gerekir.
Bu kelime ve ifadelerle; hangi çocuk, hangi genç ve hangi yetişkin huzur, güven ve çalışma azminde bulunabilir?
Peygamber Efendimiz’in; “Cennet, fâhiş, ve çirkin söz söyleyenlere haramdır” emrini zihnimde tutarak; bu “fâhiş ve çirkin söz”lerin bâzılarını -benim sayfama yakışmasalar bile, mecbûren- naklediyorum:
“Zillet, köstebek, hâin, şerefsiz, diktatör bozuntusu, o kadın, şeyini şey ettiğimiz şeyi, sıkıyorsa yap, rezil, çukur, devşirme, alçak, Truva atı, densiz, kepaze, sahte kahraman, müfteri, mandacı, provakatör, haçlı şövalyesi, sürtük, dönek, vampir, nato kafa nato mermer, çöplük, çakal, lejyoner, bedbaht, işbirlikçi, virüs, ucûbe, çete, cibilletsiz, terörist, fırıldak, zürriyetsiz, Fâtiha bilmezler, her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım, ürkek, korkak, pısırık, hazımsızlar, birkaç kelle, sayın Öcalan, muhterem hocaefendi, bunların kafası basmaz, kafatasçı, ırkçı, çapulcu, haysiyetsiz, ölü sevici, yahu…”
Ne yazık ki; bu sözleri söyleyenlerin hiçbiri, milletten de, muhataplarından da özür dilemediler. Demek ki; meselâ, birbirine ‘şerefsiz’ diyenler, karşılıklı olarak bu vasfı, hem hukukî, hem vicdânî ve hem de insânî mes’uliyetle kabûl etmiş görünüyorlar.
Peki; şimdi söyleyiniz, böyle bir iklimde, ilim yeşerir, medeniyet gelişir mi?
İslâm dîni, ahlâk ve ilim dinidir. Ahlâkî değerleriniz bu derecede bozulmuş, tahrip olmuş ise, orada hangi ilmin hangi bilgisiyle muamele edeceksiniz!?