Halistin KUKUL

FEYZİ HALICI’NIN İSTANBUL’U

“İstanbul’un güzel olmak için süslenmeye ihtiyaç yoktur. Boğaz, Haliç ve Marmara Denizi üzerinde kurulmuş olan yedi tepeli İstanbul’un tabiatı inanılmazdır.”

5
(2)

Ord. Prof. Dr. Anna Masala“Türkiye’ye Aşk Mektuplarım” adlı kitabının Sultanların Hazinesi başlıklı bölümüne şu cümlelerle başlar:

“İstanbul’un güzel olmak için süslenmeye ihtiyaç yoktur. Boğaz, Haliç ve Marmara Denizi üzerinde kurulmuş olan yedi tepeli İstanbul’un tabiatı inanılmazdır.”

İstanbul; yerli yabancı, herkesin gözünde, tabiî güzellikleri, kültürel ve târihî değerleriyle bir muhteşemlik âbidesidir.

İlgili Haberler

Nedîm’in:

“Bu şehr-i Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır

Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır”

Mısrâlarının mübalâğalı görünmesi hiç de yerinde değildir.

Bir İstanbul sevdâlısı olan Yahya Kemal, belki de, İstanbul hakkında en çok şiir yazan şâirdir. “Aziz İstanbul” başlıklı şiirinde bunu şöyle hulâsa eder:

“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul,

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul

Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”

Necip Fâzıl ise; “Canım İstanbul” şiirinde, dört başı mâmûr bir İstanbul şiriyle, metafizik kıymetlere kadar, ortaya mükemmel bir İstanbul tasviri koyar:

“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

İçimde tüten bir şey; hava, renk, edâ, iklim,

O benim, zaman mekân aşıp geçmiş sevgilim.

Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;

Ve kavuşmuş rüyâlar, onda, onda misâle.

İstanbul benim canım;

Vatanım da vatanım…

İstanbul,

İstanbul…”

image 37

Türk şiirinde İstanbul, bitip tükenmek bilmez bir ihtiras hâlindeki sevdâdır. Hemen hemen her şâirimizin, şöyle veya böyle, İstanbul hakkında bir şiiri bulunmaktadır. Bununla birlikte, Feyzi Halıcı’yı, bu şâirlerden biri olarak değil, sözünü ettiğim bir yazar ve üç şâire dördüncü olarak gördüğümü ifade etmeliyim.

Farklı olarak, Feyzi Halıcı’nın, Mehmet Çınarlı’nın , ban yazdığı 12 Aralık 1995 tarihli mektubunda dediği gibi, Feyzi Halıcı’nın, “Bir ayağı İstanbul’da, bir ayağı Ankara’da. Üçüncü bir ayağı olsa, o da Konya’da diyeceğim.”

Bu söz, bir gerçeğin ifadesidir ki, ben, bu sözü Feyzi Halıcı’ya söylediğim zaman, hoşuna gitmiş ve kahkahalarla gülmüştü.

Muhakkaktır ki, Feyzi Halıcı, en çok Konya şiirleriyle tanınmıştır. Fakat, Türkiyemizin hemen hemen her şehri hakkında da şiirleri mevcuttur. Çünkü, bu coğrafyayı, topyekûn, ayırt-etmeksizin sevmektedir.

Mevzûya; İlk İstanbul şiiri hakkındaki, henüz Âşık Fezaî iken, Orhan Seyfi Orhon’un, 6 Kasım 1943 tarihli Çınaraltı Dergisi’nde yazdığı “Sahici Yeni Nesil, Genç Şâir Feyzi Halıcı (Konyalı Âşık Fezaî)” başlığını taşıyan yazısından ilgili bölümü naklederek başlıyorum:

“(…) Feyzi Halıcı halk şiirinin lezzetini tatmış ve tekniğini kavramıştır. Âşık tarzında yazdığı zaman, kusursuzdur. Bunun sağlam bir edebî kültüre dayandığına şüphe edemezsiniz. Hece veznini kullandığı kadar aruza da hâkimdir. Şâir, iki imzasının arasına şöyle bir fark koyuyor: Feyzi Halıcı imzasını koyduğu manzumelerinde halk edebiyatının yarım kafiyelerini, halk lehçesini kullanmıyor. İstanbul şivesine sadık kayıyor. Aruz vezniyle yazdığı manzumelere de bu imzayı atıyor. Onun hassasiyetini lirizmini bir tarafa bırakın, bugünkü tanınmış gençlerin içinde kaç tanesi aruzu bu kadar ustaca kullanabilir? Şâirin ilk defa İstanbul’u görüşünü anlatan şu güzel şiirini okuyalım:

İSTANBUL’U GÖRDÜM

Gördüm, güzel İstanbul’u gördüm

Tarihteki altın yolu gördüm.

Gezdim on asırlık ulu şehri

Boş gönlümü birden dolu gördüm.

Girmiş gibi mazideki harbe

Hiç dinmedi kalbimdeki darbe.

Gezdim o çetin surları, garbe

Heybetle uzanmış kolu gördüm.”

image 38

Feyzi Halıcı/Âşık Fezaî, bu şiirini ondokuz yaşındayken yazmıştır. Bu yaşta, “güzel İstanbul’u”; onun “Tarihteki altın yolu”nu ve “on asırlık ulu şehri” “görmüş” ve “gezmiştir. İlk andaki ‘intibaları’ bunlardır.

Bu intibaların kendinde bıraktığı kanaatlerinde ve hakikatte, yanılmamıştır. Çünkü; İstanbul, bu hulâsa ettiği gibidir ve Anna Masala’nın da dediği gibi, “güzel olmak için süslenmeye ihtiyacı yoktur”.

İstanbul, Feyzi Halıcı’nın birçok şiirine başlık olmuş; birçok şiirinde de, ya güzelliklere numûne gösterilmiş yâhut da bir sevgiliye benzetilmiştir. O; O’nun nezdinde, dâima en üst mevkide bir şehirdir. Gözlerini, âdeta, orada açmıştır. Aynı hislerini, bir başka cephesiyle, Konya’ya âit şiirlerinde görürüz. Çünkü; O, bu şehirlerin maddî/tabiî, kültürel ve târihî değerleri yanında, mânevî cihetle üstünlüklerine de hayrandır.

Birinde; Peygamber Efendimizi, Mekke’den Medîne’ye hicretlerinde evinde misâfir eden ve sahabenin en büyüklerinden biri olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Eyyüp Sultan) ve Fâtih Sultan Mehmet; diğerinde ise, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî aşkı ön saftadır.

Feyzi Halıcı, bu şiirlerinde; İstanbul’un günlük hayatına dâir hâdiseler kadar, İstanbul sevgililerinden de bahsederek, zamanın sosyo –kültürel mes’elelerini de, sâkin ve mülâyim bir âhenkle anlatılır.

Bu şiirlerinden bâzıları şunlardır: İstanbul Caddesi -I-, İstanbul Caddesi -II-, İstanbul Caddesi-III-, İstanbul Caddesi –IV-, Caddeler Boyunca İstanbul, İstanbul’un Sokakları İnceden, Yakamoz, Boğaz’a Şiir, İstanbul Türküsü, İstanbulsun, Eyüp, İstanbul musun?, İstanbul’u Gördüm, İstanbulsun, Burcunda İstanbul’un, Haydar Paşa, İstanbul’da Bir Bahar, Öz Şiirsin, Kız Kulesi…

“İstanbulsun” şiirinde, İstanbul’u, derin bir hasret ve aşkla bağlandığı biriyle eşleştirir. Bu, gönlünde, büyük ve tâmir edilmez izler bırakan ulaşılması pek de zor olan fakat onun her an yanında hisseden bir sevgilidir. Bu sevgili, bâzen İstanbul olur, bâzen elinden avucundan kaçan biri.

Şâir; İstanbul’u, mümkün olduğunca semt semt gezer. Zihninde, gönlünde ve şehrin her yerinde o vardır ve şehrin her mekânı da, onunla kaynaşır, dilleşir, birleşir:

“Bir çavgın umutsun sıcacık yaz’da,

Serince rüzgârsın güzel Boğaz’da.

Dolunayca suya vuran nakışsın,

İstanbul’a bir masmavi bakışsın.

Bir hâtıra nasıl yaşarsa içte

Parıldar gözlerin öyle Haliç’te.

(…)Asmalar göğerir bir tek tanede,

Şarkılar dillenir Kâğıthâne’de.

Mutluluğu canevinde yaşatan,

Bir rüzgâr gülümser Kasımpaşa’dan.

Yok eder gönülden öfkeyi, kini;

Yaşatır yeniden Lâle Devrini.

Bir ilâhî çağrıya baş eğip te,

Eyüp Sultanı hatırla Eyüp’te

(…)Sonsuzluğa var gücünle dalansın,

Gözlerinde İstanbul dalgalansın.”

“İstanbul Türküsü” başlıklı şiirine ise, bilhassa “Boğaz’a” dikkat çeker başladığı kıt’ada şöyle der:

“Allı pullu ışıklarla belirgin,

Canım İstanbul’un iki yakası.

Geçilmez işvesinden, nazından;

Boğaz’ın dillere destan fiyakası.”

Bu mısralar, ilk bakışta, Necip Fâzıl’ın “Canım İstanbul”unu hatırlatır. Hattâ, Necip Fâzıl’ın:

“Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.”

Mısrâlarındaki, “telli pullu” ile, Feyzi Halıcı’nın “allı pullu” ifadeleri birbirine çok yakındır. Şüphesizdir ki, ikisinin de fikrî temelinde ve gönül sesinde aynı terennümler bulunmaktadır ve ister istemez, bu tarz yakınlaşmalara şâhit olunmaktadır.

Aslında, Feyzi Halıcı, belki de bütün söyleyeceğini bu kıt’ada söylemiştir. Zîra; İstanbul’un “iki yakası” vardır. Bu durum, zâten, “Allı pullu ışıklarla belirgin” vaziyettedir. Kaldı ki, öyle ‘âhekdârdır” ki, bu “iki yaka”nın ortasından geçen veya bir başka deyişle “iki yaka”yı birleştiren, “işvesinden, nazından geçilmez” bir “Boğaz’ın dillere destan fiyakası” da işin cabasıdır.

İşte; Anna Masala’nın “güzel olmaya ihtiyacı yoktur”; Nedîm’in, “Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır”, Yahya Kemal’in, “Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer” ve Necip Fâzıl’ın, “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;/Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.”

Dediği İstanbul, Feyzi Halıcı’nın tasvire çalıştığı bu İstanbul’dur.

Altı kıt’alık İstanbul Türküsü’nde, Feyzi Halıcı, yaşadığı ve bundan haz duyduğu bir İstanbul tablosu çizer. Son iki kıt’asını da sunacağım bu şiir, günümüz İstanbul’unu mâzîye bağlayarak bir köprü kurar:

“Çinilerin yuğurulur hamuru bengi-maya,

Bir gümüş olukta ustaların alın terleri.

Şerefelerde büyür de büyür en kutsal çağrı,

Tarihi adımlar, Fâtih’in cengâverleri.

Her zaman alımlı, her zaman ince güzelsin,

Denizsin, tepesin, kadınsın, parasın, pulsun,

Taşarsın aynasından sonsuz denizlerin,

Canımsın efendim, biricik İstanbul’sun”.

Şâire göre; “Fâtih’in cengâverleri”nin “tarihi adımla”dığı bu mekân, “her zaman alım, her zaman güzel”dir ve o, “biricik İstanbul”dur!..

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı şaheserinin İstanbul başlıklı bölümünde şöyle der:

“İstanbul’da, tâ fetih günlerindenberi başlayan bir mimarî nesillerle beraber yaşıyor. Asıl Türk İstanbul’u bu mimarîde aramalıdır.

Kendisini bir tek mimarî üslûbuna bu kadar teslim etmiş şehir pek azdır. Bu yönden İstanbul’u, Roma, Atina, Isfahan, Gırnata ve Bruge gibi şehirlere benzetenler haklıdır. Hattâ İstanbul’un onlardan biraz daha üstün tarafı da vardır. Çünkü, İstanbul sâdece âbide ve âbidemsi eserlerin bol olduğu şehir değildir. Şehrin tabiatı bu eserlerin görünmesine ayrıca yardım eder. İstanbul her süsün, her kumaşın kendisine yaraştığı, ayrı ayrı hususiyetlerini açtığı o cömert yaratılışlı güzellere benzer. Yedi tepe, iki, hattâ Haliç’le üç deniz, bir yığın perspektiv imkânı ve nihâyet daima lodosla poyraz arasında kalmasından gelen bir yığın ışık oyunu bu eserleri her an birbirinden çok başka, çok değişik şekillerde karşımıza çıkarır.” (Bknz. Tanpınar, Beş Şehir, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, Sf. 161)

Şâhit olmaktayız ki; İstanbul; bütün şâirlerimizin ve yazarlarımızın gönlünde müstesnâ bir yer tutmaktadır. Bunun için; Necip Fâzıl ile Feyzi Halıcı’nın, Ahmet Hamdi Tanpınar ile de Anna Masala’nın ifadelerindeki mânâ ve üslûp yakınlaşmasını görmek yeterlidir.

Bu gönderi ne kadar faydalı oldu?

Değerlendirmek için bir yıldıza tıklayın!

5

Bu gönderiyi ilk değerlendiren siz olun.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu