Halistin KUKUL

BİR TÜRKÇE SOHBETİ

0
(0)

Değerlendirilince, ‘zaman’, dâima, güzeldir. Mühim olan, yapılan işin seviyesi, nezâketi ve istişârî olmasıdır.

Bir bayram ziyâreti vesilesiyle, diyebilirim ki, hepsi akrabam olan bir toplulukta, eşimin yakını olan emekli bir hemşire hanım, yazılarımı okuduğunu söyleyerek, sohbetimiz esnâsında bana:

-Yazılarınızda, daha çok Osmanlıca-Türkçe-Arapça karışımı kelimeler kullanıyorsunuz. Türkçe’yi niçin daha az tercih ediyorsunuz? meâlinde bir soru sordu.

İlgili Haberler

Doğrusunu isterseniz, şaşırmadım. Zîra; böyle sorularla çok karşılaştım. Onlara verdiğim cevaplarda olduğu gibi, buna da, “Ben mi?” demedim. Bu akrabama da, durumu, usûlünce anlatmalıydım. Çünkü; o anda bile konuştuğumuz kelimelerin hepsi Türkçe’ydi.

Hele ben, bunca zamandır Türkçe’nin korunması ve geliştirilmesi hakkında onlarca makale yazmış biri olarak, Türkçe’yi nasıl ihmâl eder, nasıl, Türkçe yazmazdım?!

Dedim ki:

-Diller, birbirlerinden kelime alış verişi yaparlar! Başka dillerde de, çok sayıda Türkçe kelime mevcuttur. En az bin yıllık, belki de daha fazla zamanın birikimidir, bu!.. Hattâ, baştan söyleyeyim, İngilizce, Almanca ve F(ı)ransızca, neredeyse yarıyarıya birbirinden alınmadır!..Yeryer okunuş ve ufak-tefek de yazılış farklılıkları vardır!..

Zihninde bir şeyler geçirdi:

-Şimdi, konuştuğumuz bu kelimelerin hepsi Türkçe mi? Dedi.

-Tabiî ki, Türkçe, dedim. Meselâ, “kelime” dediniz. Bu, Arapça’dan gelme ammâ dağ taş bunu Türkçe diye konuşuyor!..Meselâ, “tercih” dediniz!..Dil zaman içersinde; sosyal, iktisâdî, askerî, dînî ve kültürel temaslar sonucunda meydana gelir; günlük/gelip geçici değildir. Bakınız; son cümlemdeki, ‘sosyal” ve “kültürel” kelimeleri F(ı)ransızca, “iktisâdî” Arapça’dır…

Hanımefendi, çok ilgi duydu, dikkat kesildi:

-Demek ki, bu, bu kadar karışık bir iş!..dedi.

-Karışık değil; mes’elenin özüne inince hiç de öyle değil. Elbette ki, bir ilim olarak gerekli çalışmalar yapılmalı…Size bir örnek vereyim: “Kişi” kelimemiz, Orhun Kitâbeleri’nde geçer. Yani, bundan bin üçyüz sene önce…”Fert, şahıs, zat” kelimeleri de yine başka dillerden Türkçe’ye geçti. Şu var ki, hepsi de, hepimiz yâni Türk milleti tarafından kullanılıyor. Bu dört kelimemiz varken, yerine, hiçbir Türkçe kaideye uymayan “bir-ey” kelimesini getirdiler. Hattaâ, buna, F(ı)ransızca olan (-s-el) takısını getirdiler. Hepten ‘ucûbe’ oldu!..İşte, burada, iş karıştı!..Hür/hürriyet ve serbest/serbestlik derken, “özgür/özgürlük” uyduruldu. Tabiat/tabiî varken, “doğa/doğal” uyduruldu.

-Nasıl yâni? Dedi hanımefendi.

-Kelimeleri alırken, Türkçe’sini yerine koyamıyoruz. Mevcut Türkçe veya Türkçeleşmiş kelimenin yerine de kuralsız kelime uyduruyoruz. İş, o zaman karışık görünüyor. Hâlbuki, karşılığı olmayınca, yabancıdan kelime alıyor ve kendi hançeremize göre şekillendirip kullanıyoruz. Bunları kullanırken, bir bakıyorsunuz ki, birileri çıkıp onu da bozuyorlar. Yâni, kelime alırken de, türetirken de dikkatli olmalıyız. Türetme başka, uydurma başkadır.

Bize kulak veren bir başka dost söze karıştı:

-Ortada Türkçe mi kaldı ki! dedi. Her taraf Arapça-Farsça!..Hâlâ, “meselâ” diyorlar, “eser, millet, şart” diyorlar!..

-Peki, ne desinler, dedim, tebessümle.

-Ne bileyim, dedi, örneğin; “ örneğin” desinler, “yapıt” desinler,”ulus”, “ koşul”desinler..

-Bunlardan birini ele alayım, dedim ve ‘ulus’ hakkında konuştum. ‘Ulus’, Orhun Kitâbeleri’nde bir yerde geçer. O da, “Bukara ulusu”dur!…yâni ‘Buhara halkı’ anlamında…Peki, İstanbul halkı diyebilirsiniz de, İstanbul milleti diyebilir misiniz? Dedim.

-Olmaz, dedi.

-Diğer söylediğiniz kelimeler de uydurmadır, diye ekledim. Meselâ; hâlâ kelimesini kullandınız. Bunun gibi, “şâyet, yâni, ve, veyâ, ammâ, yâhud da, velhâsıl, lâkin, fakat, ise, çünkü, meselâ, zîra…”kelimelerini Türkçe’den çıkarırsak, konuşmamız ve yazmamız mümkün olmaz.

-Desenize, bu iş, ince iş! dedi.

-Çok hassas, millî varlığı ilgilendiren ince iş!..dedim. Size birkaç örnek sunayım!..”Hâlbuki” kelimesi Türkçe bir kelimedir değil mi? Hattâ, onu, çok sık da kullanırız…

-Elbette, öyle!..

– “Hâlbuki” birleşik bir isimdir aynı zamanda. “Hâl”, Arapça; “bu”, Türkçe ve “ki” ise Farsça’dır!..Nasıl iş, demeyin!..Bu, böyle bir şey!..”Şans”, F(ı)ransızca; “eser”, Arapça; fakat “şans eseri” bir terkip/deyim/tâbir olarak Türkçe’dir!..

-Birkaç örnek daha verebilir misiniz? Dedi, hemşire hanım.

-Çay , Çince, hâne Farsça; çayhâne Türkçe’dir. Buz, Türkçe, hâne, Farsça, ikisi birden Türkçe. Hastahâne, Farsça’dan “hastaevi” karşılığında Türkçeleşmiş Türkçe’dir. Bakteriyoloji, F(ı)ransızca, bakteriyolojihâne, Türkçe bir ifade. Yerine koyabilecek bir şeyimiz var mı? Yok!..Peki; “lunapark” diyoruz. Çocuklarımız da bunu çok seviyor: Luna, İtalyanca, ay demek. Park ise, İngilizce/F(ı)ransızca!..Buyrun!..Bir İtalyanca ve bir İngilizce/F(ı)ransızca kelime gelip Türkçe’ye oturmuştur…Yâni “Aypark”..Oldu mu? Yâni, ‘aypark’ olarak bu söyleniş/söyleyiş Türkçe’ye uygun mu? Hayır! Ne denmeli? “Ayparkı’!..Peki; “ayparkı” dersek, “lunapark” anlaşılır mı? Hayır!..

Tıpkı, “Denizbank” ve “Etibank”ın yanlış oduğu gibi!.. Ziraat Bankası, İş Bankası diyorsak, Deniz Bankası, Eti Bankası dememiz gerekmez mi?

Aslında, yabancı bir kelime dilimize girmeden ‘doğru türetme’ ile, karşılığını bulmalıyız. Maalesef olmuyor. Meselâ; bilgisayar demişiz, buzdolabı demişiz, çamaşır makinesi, dolmuş demişiz, ne güzel!.. Meselâ, ben, “internet” için ‘yaygınağ’ diyorum. Birleşik isim olarak. Tam yerli yerine oturuyor!..Batı’dan, bilhassa F(ı)ransızca’dan geçen kelimelere bir de Arapça ve Farsça terkipler eklenince, dilimiz zorlanıyor, bozuluyor, karışıyor.

Desenize işimiz çok zor!

-Evlerimizin içi-dışı F(ı)ransızca kelime dolu!..Kimsenin sesi çıkmıyor!..Herkes; herkesin bildiği, “kişi, hürriyet, eser, tabiat, tabiî, serbestlik, şart, medeniyet, medenî, millet, millî, istiklâl gibi kelimelerle uğraşıyor. Niçin? Bunlar, aynı zamanda, bütün Türk Dünyâsı’nda kullanılan kelimelerdir. Peki; antre, lavabo, tuvalet, banyo, şezlong, robdöşambr, gardırab, sütyen (doğrusu, sous-tiens/sutien’dir), televizyon, radyo, k(ı)lima, t(i)ren, t(ı)ramvay, otobüs, gar, istasyon, etajer, yüz numara (doğrusu: helâ’dır. (F(ı)ransızca’da, üç tane “san” diye okunan kelime vardır. Biri; sans; diğeri, S’en; öbürü de, cent yazılır. Numarasız mânasındaki “sans numero” yerine, bizimkiler, yüz yâni “cent” kelimesi alıp, sayı olan “yüz”ü kullanmışlardır), pantolon, döpiyes, balkon, pijama…. Bilinmelidir ki, ay ve gün adlarımızın çoğu da Türkçe değildir. Fakat, bunlar, Türkçeleşmiş ve artık Türkçe’nin malı olmuşlardır. Öyleyse, uluorta konuşmamak lâzımdır.

-Peki ne yapmalıyız?

-İşte mes’ele burada!..Bunca zamandır bunu îzah etmekle meşgûlüm!..Bu hususta, sanıyorum yüzün üzerinde makale yazdım!..Karşılığı olmayan/karşılığını bulamadığımız kelimeleri ‘Türk harçeresine göre’ okuyup Türkçeleştirmeliyiz. (Trabzon) yazıp (Tırabzon) okumamalıyız. (Tırabzon) diye yazmalıyız. (Plan) yazıp (pilân) okumamalıyız. (Pilân) yazmalıyız. (Profesör) yazıp (purofesör) okumamalıyız. (Purofesör) yazmalıyız…Türkçe mes’elesi, büyük dâvâdır!..Çok büyük dâvâdır!..Türkiye Türkçe’sini ve Türk Dünyâsı Türkçe’sini âcilen yaygınlaştırmalıyız. Teknolojik , kültürel ve sosyolojik gelişme ve değişmelere göre, tavrımızı çok iyi ayarlamalı, gereken tedbirleri almalıyız!..Bakınız, ardarda üç F(ı)ransızca kelime kullandım: Teknolojik, kültürel, sosyolojik…Büyük dillerin bir hususiyeti de, başka dilden geçen/aldığı kelimeleri kendi bünyesinde eritmesi/hazmetmesidir. Bu bakımdan, güzelliği yanında, Türkçe’nin büyüklüğü ve zenginliği tartışılmazdır!..Ne yazık ki, Türkçe üzerinde çok az düşünüyoruz ve düşünenlerimizin sayısı da çok az!..

Bu gönderi ne kadar faydalı oldu?

Değerlendirmek için bir yıldıza tıklayın!

0

Bu gönderiyi ilk değerlendiren siz olun.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu